Gündelik hayatımızın bir parçası olan ürünlerin hikayesi ne kadar uzaklardan geliyor? Bir giyim ürünü ya da bir gıda maddesi, farkında olmadan küresel bir sistemin parçası olarak soframıza ya da gardırobumuza ulaşıyor. Bu sistemin temelleri yüzyıllar öncesine dayanıyor ve hâlâ, doğa ve insan sümürüsünden besleniyor.
Tarihten bir örnekle başlayalım: Cecil Rhodes, 19. yüzyılın sömürgeci liderlerinden biri olarak, şu sözleriyle zamanın ekonomik modelini tanımlar: “Kolayca hammadde elde edeceğimiz yeni ülkeler bulmamız ve bu ülkelerin kaynaklarını sömürmemiz gerek. Aynı zamanda fabrikalarımızda ürettiğimiz fazlalıkları, bu sömürgeler için çöplüğe dönüştürebiliriz.” Rhodes’un çizdiği bu model, şimdi farklı adlarla ve yeni görüntülerle yaşamaya devam ediyor.
Bugün küresel ekonominin %1’lik en üst kesimi, doğanın kaynaklarını gasp etmeye, insan emeğini ucuzlatmaya ve ürettiği fazlalığı tüketime zorlama politikasına dayanıyor. Dünya Bankası’nın 2023 raporuna göre, dünyada her yıl 92 milyar ton hammadde tüketiliyor ve bu oranın 2050 yılına kadar iki katına çıkması bekleniyor. Ancak kaynaklar sınırlı ve bu model—çok açık bir şekilde—tükeniyor.
İşçi emeğinin ucuzlatılması da ayrı bir krizi beraberinde getiriyor. Bugün, tekstil sektöründe çalışan 75 milyon işçinin büyük bir kısmı asgari üretin altında yaşıyor. Bu işçiler hem ucuz iş gücü olarak kullanılıyor hem de tüketim pazarının bir parçası haline getiriliyor. Doğa da benzer bir şekilde sömürülüyor: Son 50 yılda, dünya genelindeki ormanların %17’si yok oldu. Bu kayıplar sadece bitki örtüsü için değil, aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin de %68 oranında azalmasına yol açtı.
Peki, çözüm nedir? Sömürü ekonomisinin bu çarkı kırılabilir mi? Giderek daha fazla bilim insanı ve ekonomi uzmanı, sürdürülebilir bir modele geçişin gerekliliğini savunuyor. Örneğin, döngüsel ekonomi, atıkları minimuma indirerek kaynak kullanımını optimize etmeyi hedefliyor. Avrupa Birliği, 2030’a kadar döngüsel ekonomi stratejisini tamamen benimsemeyi ve bu sayede kaynak kullanımını %50 oranında azaltmayı hedefliyor.
Bireysel düzeyde ise, tüketim alışkanlıklarını sorgulamak çok önemli. Daha az ama kaliteli ürün tüketmek, yerel kaynakları desteklemek ve doğa dostu alternatiflere yönelmek, bu dönüşümde bireylerin üstlenebileceği rollerdir.
İşte bu noktada bir dönemecin eşiğindeyiz. Doğa ve insan emeği üzerinden yürütülen bu modelin ötesine geçilmezse, üretim ve tüketim döngüsü bir gün tamamen duracak. Bu sadece ekonomi için değil, insanlığın geleceği için de kaçınılmaz bir yol ayrımı.
Dünya, doğadan aldığı borcu geri ödemeye hazır mı? Cevap, hem bireylerin hem de toplumsal yapıların bu farkındalığa ulaşmasına bağlı.