Son günlerde Ege Denizi'nde ardı ardına meydana gelen depremler bölge halkında tedirginlik yaratıyor. AFAD ve Kandilli Rasathanesi'nin verilerine göre, sadece Ocak ayının son haftasında 400’den fazla deprem kaydedildi. Bu sarsıntılar, bazen büyüklüğü 4’ü aşan artçı depremlerle devam ediyor. Uzmanlar, Ege Denizi ve çevresinin aktif bir fay hattı üzerinde yer aldığını ve bu tür hareketliliklerin olağan olduğunu belirtse de, bu olaylar önemli bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor: Şehirlerimiz depreme ne kadar dayanıklı?
Doğal Afetler ve Sürdürülebilir Şehirler
Birleşmiş Milletler’in 2030 yılına kadar ulaşmayı hedeflediği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasında, şehirlerin daha güvenli ve dayanıklı hale getirilmesi büyük bir yer tutuyor. SKA 11: Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar, kentlerin ve yerleşim alanlarının doğal afetlere karşı daha hazırlıklı olmasını teşvik ediyor.
Türkiye, deprem kuşağında yer alan bir ülke olarak, sürdürülebilir şehir planlamasını bir zorunluluk olarak ele almak zorunda. TÜİK verilerine göre, Türkiye nüfusunun yaklaşık %93’ü deprem riski yüksek bölgelerde yaşıyor. Üstelik nüfusun %77’si kentlerde ikamet ediyor ve bu oranın 2030 yılına kadar daha da artması bekleniyor. Bu durum, şehir planlamasında afet risk yönetiminin göz ardı edilemez bir konu olduğunu gösteriyor.
Ege Bölgesi Örneği
Ege Bölgesi, tarih boyunca büyük depremlerin yaşandığı bir coğrafya oldu. 1999 Gölcük Depremi kadar yıkıcı olmasa da, 30 Ekim 2020’de İzmir’de meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki deprem hala hafızalarda. O depremde 117 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce bina hasar almıştı. Ancak uzmanlar, Ege Denizi’nin aktif fay hatlarına sahip olduğunu ve bu tür büyük depremlerin gelecekte de yaşanabileceğini belirtiyor.
Özellikle kıyı kentleri için bu sismik hareketlilik sadece binaların dayanıklılığı açısından değil, tsunami riskleri açısından da önem taşıyor. 2020 İzmir Depremi’nde, Seferihisar açıklarında küçük çaplı bir tsunami oluşmuş ve bazı sahil kesimlerinde su taşkınlarına yol açmıştı. İklim değişikliğiyle birlikte yükselen deniz seviyeleri, kıyı bölgelerinin afetlere karşı daha savunmasız hale gelmesine neden oluyor.
Sürdürülebilir Şehirler İçin Ne Yapılmalı?
Deprem riski, şehirleşme politikalarının sürdürülebilirlik prensiplerine göre yeniden ele alınmasını zorunlu kılıyor. Peki, sürdürülebilir bir şehir, deprem gibi afetlere karşı nasıl daha dirençli olabilir?
Deprem Dayanıklılığı Yüksek Binalar: Yapı denetimlerinin sıkılaştırılması, binaların yüksek deprem yönetmeliklerine göre inşa edilmesi gerekiyor. Türkiye’de kentsel dönüşüm çalışmaları sürüyor ancak yeterli hızda ilerlemiyor.
Acil Durum Planları: Belediyelerin afet durumlarında hızlı aksiyon alabilecekleri kapsamlı planlara sahip olması şart. AFAD’ın verilerine göre, Türkiye’deki belediyelerin sadece %55’inde kapsamlı bir afet yönetim planı bulunuyor.
Yeşil ve Açık Alanlar: Deprem sonrası toplanma alanlarının arttırılması önemli bir ihtiyaç. Ancak kentleşme, birçok bölgede bu alanları giderek azaltıyor. İstanbul'da 1999 sonrası belirlenen 470 toplanma alanından sadece 77’sinin kaldığı belirtiliyor.
Halkın Bilinçlendirilmesi: Japonya’da olduğu gibi, ilkokuldan itibaren afet eğitimlerinin zorunlu hale getirilmesi gerekiyor. Türkiye’de bazı okullarda bu eğitimler verilse de, yeterince yaygın değil.
Depremler Bize Ne Hatırlatıyor?
Ege Denizi’nde yaşanan son depremler, doğal afetlerin kaçınılmaz olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak önemli olan, bu afetlere karşı ne kadar hazırlıklı olduğumuz. Şehirlerimiz, sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uygun şekilde planlanmadığında, depremler büyük felaketlere dönüşebiliyor.
Eğer gerçekten geleceğe dayanıklı şehirler inşa etmek istiyorsak, bugün adım atmalıyız. Bilim insanlarının uyarılarını dikkate almak, şehirlerimizi afetlere karşı güçlendirmek ve sürdürülebilir şehirleşme politikalarına öncelik vermek, yarının felaketlerini önlemek için atabileceğimiz en önemli adımlar arasında.